RİVAYETLER
Hz. İsa ve Yol Arkadaşı
Hz. İsa bir gün bir beldeye gitmek için yola çıkar. Onu gören bir yahudi koşa koşa yanına gelir ve “Ey İsa, nereye gidiyorsun?” der.
Hz. İsa; “Falan yere” deyince, “Bende oraya gidiyorum, beraber gidelim” der ve yola çıkarlar.
Yarım gün yol gittikten sonra bir suyun başında mola verirler. Hz. İsa’nın torbasında üç yufka ekmeği vardır. Birini kendisi yer, birini yol arkadaşı yer.
Hz. İsa ekmeği yedikten sonra abdest almak için suyun yanına gidip, abdest alır. Geri geldiğinde üçüncü ekmeğin olmadığını görür ve arkadaşına sorar:
“Üçüncü ekmeğe ne oldu?”
Yahudi: “Görmedim, bilmiyorum. Yemin ederim ki, bilmiyorum”.
Hz. İsa “Peki” der ve yola devam ederler.
Bir süre daha giderler ve yine karınları acıkır. Hz. İsa namaz kılıp dua eder, arkadaşına da ateş yakmasını söyler. O sırada bir ceylan Hz. İsa'nın yanına gelip durur. İsa Peygamber ceylanı keser, etini hazırlar, beraberce pişirip yerler. Ardından Hz. İsa ceylanın kemiklerini toplar, dua eder. Ceylan gözlerinin önünde etlenir, kanlanır, canlanır dirilir ve koşa koşa uzaklaşır. Hz. İsa arkadaşına döner ve: "Bizi böyle rızıklandıran Allah hakkı için söyle, üçüncü bazlamaya ne oldu?"
Yahudi yine yemin ederek bilmediğini, görmediğini söyler.
Hz. İsa yine "Peki" der ve yola devam ederler.
Ertesi gün yollarına devam ederlerken karşılarına derin ve enlemesine geniş bir göl çıkar. Etrafını dolaşmaları 15 gün sürecek kadar geniş bir göl.
Hz. İsa dua eder, arkadaşına "Elimden tut" der ve suyun üzerinden yürüyerek gölün karşısına geçerler.
Hz. İsa bu mucizeden sonra yine yahudiye döner ve sorar: "Bizi suyun üzerinde yürüten Allah hakkı için söyle, üçüncü bazlamaya ne oldu?"
Yahudi yine aynı cevabı verir: "Bilmiyorum, görmedim"
“Peki” der İsa Aleyhisselam.
Yürümeye devam ederler ve kumluk bir araziye gelirler. Hz. İsa arkadaşına: "Bana yardım et, 3 tane kum tepesi yapacağız" der ve kısa sürede kum tepelerini yaparlar. Hz. İsa namaz kılar, dua eder ve duasıyla beraber 3 kum tepesi 3 altın tepeye dönüşür. Yahudi şaşırmıştır.
Hz İsa yahudiye döner ve "Bu altın yığınlarının biri benim, diğeri senin"
Yahudi hemen sorar: "Üçüncü altın tepesi kimin?"
Hz. İsa: "Üçüncü bazlamayı kim yediyse onun" der.
Bu cevabı duyan yahudi hemen atılır: "Ey İsa, ben sana şaka yapmıştım, o bazlamayı ben yedim"
Hz. İsa: "Be adam, Allah bizi suyun üzerinde yürüttü, doğruyu söylemedin. Ceylanı gönderdi karnımızı doyurdu, doğruyu söylemedin. Allah hakkı için söylemediğin doğruyu şimdi şu altınlar için söylüyorsun, al hepsi senin olsun" der ve çeker gider.
Yahudi altınların etrafında sevinçten çıldırmıştır ve evine nasıl götüreceğini düşünmektedir. Bu sırada üç eşkiya görür altınları ve hemen yahudinin başında biterler: "Bunlar kimin?"
Durumun ciddi olduğunu anlayan yahudi: "Benim ama paylaşabiliriz"
Eşkiyalar kılıcı salladıkları gibi yahudiyi hemen öldürürler. Aralarında konuşurlar:
"Nasıl taşıyacağız bunları?"
"Birazdan bir kervan gelir nasıl olsa, kervana yükler götürürüz, şehre varınca da aramızda paylaşırız"
Derken karınları acıkır ve içlerinden birine biraz altın vererek yiyecek almak üzere kasabaya gönderirler. Yiyecek almaya giden eşkiya yolda düşünür: "Niye ben altınları bunlarla paylaşayım? Kendi karnımı çarşıda doyururum, bunların yiyeceğine de zehir katarım, yerler ölürler, altınların hepsi de bana kalır."
O yiyecek alırken altınların başında kalan iki eşkiya da hain bir plan yaparlar. Biri der: "Biz niye altınları üçe böleceğiz? Bu, yemekleri getirince onu öldürelim, ikimiz paylaşalım altınları"
"Tamam mı?"
"Tamam"
Eşkiya düşündüğünü yapar ve içine zehir koyduğu yemekleri arkadaşlarına getirir. O yiyeceklerle gelir gelmez öbür ikisi de bunu hemen öldürür. Kahkahalarla yemekleri yemeye başlarlar. Yedikten sonra da kısa sürede zehirlenip ölürler.
Az sonra Hz. İsa ve havarileri oradan geçerler. Havariler bir bakar ki, üç altın tepesi, dört ceset. Sorarlar: "Ey İsa, nedir bu durum?"
İsa Aleyhisselam der ki; “Bunlar ehli dünyadır, bunlar ehli dünyadır, bunlara nazar etmeyin, kalbiniz katılaşır”
Hz. Ömer'in (r.a.) Hükmü
Bir müslüman ile bir yahudi arasında bir alacak verecek mevzusu çıkar ve anlaşamazlar.
Aralarındaki anlaşmazlığı yahudinin isteğiyle Peygamber'e götürürler.
Peygamber onları dinler ve yahudiyi haklı bulur. Müslümana, yahudinin hakkını vermesini söyler.
Bu karardan memnun kalmayan müslüman "Bir de Ömer'e gidelim, o da adaletli" der.
Yahudi ile birlikte Hz. Ömer'in kapısını çalarlar. Yahudi olayı anlatır.
"Biz anlaşamadık, sizin Peygamberinize gittik, O beni haklı buldu ama senin arkadaşın "Bir de Ömer'e gidelim" dedi. Sen aramızda hükmeder misin?" der.
Hz Ömer r.a. "Bir dakika bekleyin, aranızda hükmedeceğim" der, içeriye girer. Elinde kılıcıyla içeriden çıkar ve sorgusuz sualsiz müslümanın boynunu vurur.
Haller ve Ameller
Allah azze ve celle, İsa aleyhisselam’a sesleniyor:
“İsrailoğulları sana şöyle diyecekler:
“Oruç tuttuk fakat orucumuz kabul edilmedi, namaz kıldık lakin namazımız kabul olunmadı, sadaka verdik fakat sadakalarımız kabul edilmedi.
Deve iniltisi gibi sesler çıkararak ağladık ama ağlayışımıza merhametle mukabele edilmedi”.
Ey Meryem oğlu İsa! Şayet bu kavim, kalplerinde dünyayı ahirete tercih etme duygusunu meydana getiren hikmet ile nefislerini kandırmasalardı nereden geldiklerini bilir ve o zaman yakinen anlarlardı ki nefisleri onların en büyük düşmanıdır.
Onlar kendilerini oruca haram yiyecekler ile hazırlarken Ben, onların oruçlarını nasıl kabul edeyim?
Kalpleri, bana karşı savaş ilan etmiş ve haramlarımı helal kılmış kimselere meylederken Ben, nasıl onların namazlarını kabul edeyim?
Onlar insanların mallarını gasbederek ve helal olmayan şekillerde alırken Ben, nasıl onların sadakalarını kabul edeyim?”
(Hafız ibn Kesir, Peygamberler Tarihi, Sayfa: 739)
Kadıhan ve Hülagü
Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu Hülagu 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder.
Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır. Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.
Hülagu o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Kimse, Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez.
Zamanın genç âlimlerinden Kadıhan daveti kabul eder ve Hülagü'nün çadırına gider.
Hülagu “şöyle otur bakalım” diyerek ilk sorusunu yöneltir:
“Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?”
Kadıhan gayet sakin bir şekilde;
“Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hakk da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.
Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar: “Peki, beni buradan kim gönderebilir?”
Kadıhan: “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.”
Fatih Sultan Mehmet’in yargılanması
Fatih Sultan Mehmed, İpsilanti Efendi olarak anılan bir mimarı, Fatih Camii’ni inşa etmekle görevlendirmiş, ne var ki Rum mimar İpsilanti Efendi, camiin inşaatında kullanılacak mermer sütunları bir miktar kestirmiştir.
Durum Fatih’e yanlış aksettirilince, genç Padişah çok öfkeleniyor ve mimarın sağ elini kestiriyor. Bunun üzerine İpsilanti Efendi, ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi’ye başvuruyor, mağdur edildiğini öne sürerek Padişah’ın cezalandırılmasını istiyor.
Kadı, Padişah’ı mahkemeye çağırıyor. Padişah girdiğinde İpsilanti Efendi dâvâcı makamında ayakta durmaktadır. Padişah “maznun” minderine bağdaş kurmak üzereyken, Kadı Efendi’nin kükremesine irkiliyor:
“Begüm, hasmınla mürafaai şer’ olunacaksın (beyim, davacı ile hukuk önünde yüzleşeceksin), ayağa kalk!”
Padişah ayağa kalkıyor. Kendisini savunması istenince, öfkesine mağlüp olduğunu ve bu yüzden hata ettiğini belirtiyor. Kadı Efendi “Kısasa kısas” hükmü veriyor: Hüküm gereğince Padişahın da eli kesilecektir.
Dinleyenler dehşetten ve hayretten dona kalıyorlar. Padişah boyun bükmüş, hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar alışılmışın dışındadır ki, Evliya Çelebi’ye göre, İpsilanti Efendi oracıkta Müslüman olup feryada başlıyor:
“Dâvâmdan vazgeçtim. İslâm adâletinin büyüklüğü karşısında küçüldüm. Böyle bir cihangirin elini kestirip kıyamete kadar lânetlenmeyi göze alamam.”
Fatih’in eli kesilmekten kurtuluyor. Ama yüz bin lira tazminat ödemeye, elli bin liralık da bir ev yaptırmaya mahkum oluyor. Padişah, kestirdiği elin diyetini şahsî gelirinden ödüyor.
Mahkeme sona erip herkes çıktıktan sonra, Padişah, Kadıya dönüyor:
“Bak a Hızır Çelebi” diyor, “Bu padişahtır deyu iltimas eyleseydin de şer’i şerife mugayır hüküm verseydin, şu kılıçla başını uçururdum!”
Kadı Hızır Çelebi minderini kaldırıyor, minderin altında duran demir topuzu Padişaha gösteriyor:
“Siz de padişahlığınıza mağruren hükmü tanımasaydınız, billahi bu topuzla başınızı ezerdim.”
(Bu olay “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”nin Millet Kütüphanesindeki Ali Emiri koleksiyonunda bulunan yazma nüshanın birinci cildinin 36. sayfasında detaylı biçimde anlatılmıştır)
Sahabede Sünnete Bağlılık
Peygamberimiz “Doğrusu sapanla taş atmak avı öldürmez, düşmanı yaralamaz.
Böyle atılan taş ancak ya göz çıkarır ya da diş kırar” (Buhari, Edeb 122 – Müslim, Sayd 54)
buyurarak sapanı yasaklıyor.
Bu hadisin üzerine sahabeden Abdullah bin Mugaffel, bir kişinin sapanla taş attığını
görüyor ve onu uyarıyor, yukarıdaki hadisi kendisine hatırlatıyor ve yanından ayrılıyor.
İbn-i Mugaffel geri dönüşünde aynı kişinin hala sapanla uğraştığını görünce
kendisine “Ben sana Rasulullah’ın bundan nehyettiğini haber veriyorum, sen ise hala
aynı şeyi yapıyorsun. Bundan sonra seninle asla konuşmayacağım” (Müslim, Sayd 56)
diyerek o kişiden tamamen uzaklaşıyor.
Neyime Şükredeyim?
Musa a.s. Tur Dağı’na Allah ile görüşmeye giderken Yahudilerden biri kendisine seslenir: “Ya Musa, nereye gidiyorsun?”.
Adam kendini beline kadar kuma gömmüştür ve belden üstünde de hiçbir elbise yoktur.
“Tur’a gidiyorum, Allah ile görüşeceğim” der Musa Peygamber. Bunun üzerine Yahudi:
“Ne olur Rabbine benim halimden de sor, çok fakirim” der. Musa Peygamber tamam deyip yoluna devam eder.
Aradan zaman geçer ve Musa peygamber dönüş yolundayken Yahudi heyecanla
“Ne oldu ey Musa, Rabbine benim halimi sordun mu?” diye sorar.
Musa Peygamber “Sordum” der.
“Peki ne dedi Rabbin benim hakkımda?” der Yahudi.
“Haline şükretsin dedi” der Musa a.s.
Bunun üzerine Yahudi celallenir ve:
“Neyime şükredeyim, görmüyor musun ki üzerime giyecek bir elbisem bile yok, avret yerim görünmesin diye kendimi kuma gömüyorum” der ve o anda birden bir rüzgâr eser. Yahudi'nin kendisini gömdüğü kumlar da dağılır gider. Bunun üzerine Yahudi eliyle avret mahallini kapatarak hızla koşar gider.
Hz. Ömer ra. İle İşveren
Bir işyeri sahibi işçisinin kolundan tutup Hz. Ömer'in önüne getiriyor.
"Ey Ömer bunun kolunu kes, hırsızlık yaptı" der.
Hz. Ömer "Dur bakalım bir de onu dinleyelim" der ve hırsıza döner: "Hırsızlık yaptın mı" diye sorar.
İşçi: "Evet ey Ömer, çaldım ama başkasının değil bu adamın malını çaldım" der.
"Niye çaldın" der Hz. Ömer.
İşçi: "Ey Ömer, bu adamın verdiği maaşla 15 gün geçinebiliyordum. Ne yapsaydım başkasından mı çalsaydım, ben de bu adamın malından çaldım geçinebilmek için" der.
Hz. Ömer işverene döner ve: "Bir daha bu şikâyetle gelirsen senin kolunu keserim" der